5 Eylül 2014 Cuma

Melancholia (2011)

Doğum günüme özel olarak son zamanlarda beni en çok etkileyen film olan Melancholia filminin incelemesi yapacağım.Çünkü benim için yeri ayrı.Lars van Trier filmlerine bakacak olursak Dancer in the dark ve Dogville duyguyu izleyiciye çok iyi bir şekilde veren filmlerdi.Bu da o şekilde.Daha iyi mi tartışılır.Bir Dogville değil elbette.















Yönetmen:  Lars van Trier
Tür:  Dram,Bilim Kurgu
Yapım: 2011
İmdb : 7,1


Filmimiz iki ayrı bölümden oluşuyor.Bu iki ayrı bölümde birbirine tamamen zıt hayat görüşleri olan iki kardeş ele alınıyor.İlk bölümdeki asıl kahraman Justin diğer bölümde ise odak noktasını Clair oluşturuyor.Justin bölümünde melankoli bir psikolojik rahatsızlık yönü ile ele alınırken Clair bölümünde Melancholia gezegeni ve getirdikleri-götürdükleri ele alınıyor.

Filmin açılışı slow motion.Konu hakkında tek bir şey bile bilmiyorsanız büyük ihtimalle ne olduğunu kestiremeyeceksiniz.Filmin geneline kısa bir bakış olarak görülebilir açılış kısmı.Devamında bir limuzin ve dar bir patika var.Ne kadar uğraşsalar da oradan limuzinle geçemiyorlar.Olmuyorsa zorlamayacaksın kısmı.Ve True Blood'un Viking tanrısı Alexander Skargard damat rolünde.İtiraf ediyorum filmi izlememi sağlayan neden onun rol almasıydı.Ancak çok daha fazlasını buldum. Buradan sonra biraz spoiler bulunabilir.Düğün sahnelerinde topluma ayak uyduramamış veya daha doğrusu pek takmayan bir gelin var.Hayatı sevmiyor.Ne ailesini ne de başka bir şeyi.Onu bacaklarından aşağı çeken bir gücün olduğunu söylüyor.Filmin genelinde olduğu gibi bu da bir metafor elbette.Ve aile,evlilik eleştirisinden de geri kalınmamış bu durumda.Sürekli bir şeyleri gizleme ihtiyacı var ablası Clair'da.Aman rezil olmayalım düşüncesi.Justin'in ise böyle bir korkusu yok.Düğününün ortasında odasına çekilip banyo yapıyor annesi gibi.Devamında ise sürekli uyuyor ve en sevdiği yemek olan köfteden bile kül tadı alıyor.Çıkılmaz bir durumda.Ancak onu huzura ermesine neden olan durum yaklaşıyor.Ve dünyanın sonu geliyor. 

Yani Justin kendi düğününde olmasına rağmen o kadar melankolik hareketleri vardı ki filmin isminin onun bu melankolik halinden geldiğini düşündürdü.Filmin basit bir tempoda ilerleyeceğini ve bir aile dramını izleyeceğimi.Ancak işin aslı Melancholia dünyaya yaklaşmakta olan bir gezegenin adı.Derin bir film olduğu için ve Lars von Trier dehası nedeniyle çok fazla alt metin barındırıyor.Bilimsellik ve soyut ögeler karşılaştırılırken dünyanın başından bu yana süregelmiş melankoli yani günümüzde daha çok bilinen adı ile depresyon ele alınıyor.Bunun dışında Melancholia gezegeninden yola çıkarak doğa olaylarının insan üzerinde etkileri de yer alıyor.Ancak ben tüm bu konular hakkında çok iyi bir inceleme yapamayacağım için sadece bana hisssettirdiklerini yazacağım.

Justin in ablası olan Clair'ın kocası bir bilim adamı ve bu Melancholia gezegeni ile yakından ilgileniyor.Çeşitli hesaplamaların sonucunda gezegenimizin sadece yanından geçeceğini söylüyor.Bilim-metafizik ögeler eleştirisi ise bilim adamı rolündeki John karakteri üzerinden yürütülüyor.Salt bilim tek çözüm değil elbette.Gezegen güneşin arkasına saklanıyor.Ve giderek uzaklaşıyor.Bir umut beliriyor.

Bu durum sürerken iki kardeş ise hayat görüşü olarak tamamen farklı yerlerde.Justin dünyanın kötü olduğunu ve yok olmasının daha iyi olduğunu düşünüyor çünkü hayatta elle tutulur pek bir şeyi yok.Clair ise bir anne ve bir eş olduğu için melankoli haline dünyanın yok olması düşüncesi ile kapılıyor ve endişeleniyor.Anneliğin vermiş olduğu iç güdüler nedeni ile çocuğuna ne olacağını düşünüyor.Ve onun tarafından baktığımızda Justin'in işi daha kolay gibi görünüyor.Çünkü daha mantıklı bir kız.İki farklı kadın türü var.Clair dünyanın sonunu balkonda bir şişe şarap açarak beklemek istiyor.Tabi ki kardeşine anlamsız ve komik geliyor bu tutumu.Ben Justin'in tarafındayım kaybedecek bir şeyi olmayan ve dünya yansa umurunda olmayan taraftanım.Gerçekten böyle bir durum olsa onun gibi tepkiler vereceğimi düşündüm.Zaten bir filmde karakterlerden birinin yerine kendinizi koyabiliyorsanız eğer o film iyidir.Çünkü sizi düşünmeye sevk eder ve kendinizi daha iyi anlamanıza değişik durumlarda vereceğiniz tepkileri düşünmenize yol açar.Bence evlendikten sonra her kadın ablası Clair gibi düşünür.Kadının iki farklı süreçteki tepkilerini ve psikolojik durumlarını incelemiş Trier.Zaten  yönetmenin psikolojik yapımları oldukça ünlü.Ben sevdim biraz uzun ve durağan geldi ancak ikinci kısımda olayın dozu iyi ayarlandığı için daha iyi sardı sonu ise daha iyi olamazdı diye düşünüyorum.Çocuk kahramanımız ne dense yapacak biri.Ve o durumda çelik-kıran teyzesine güveniyor.Bir kaç dal parçasından yaptıkları sözde mağaralarına saklanıp el ele tutuşuyorlar.Ve son gittikçe yaklaşıyor.

Asıl olayın benim izlenimlerimde şöyle.Ya da daha doğrusu beni etkileyen kısmı.Gerçekte Melancholia gibi bir gezegen olmasa da ve dünyaya çarpıp yok etmese de melankoli durumu tüm dünyayı sarmış bir duygu karmaşası olarak kendini gösteriyor.Her insanda farklı durumlarda belirebilir ve farklı tepkiler yaratabilir.Ve hepimizi farklı hayat şartlarında yavaş yavaş içine çekiyor bu duygu.Bu vazgeçme,boş veriş de ondan.İçimizdeki yaşama umudu yani güneşimizin arkasında saklanan melankoli adlı baş belası bir gezegenin yaklaşıp uzaklaşması ve yakamızı bırakmaması nedeniyle tüm bunlar.Ve eğer ona izin verirsek bize yavaş yavaş yaklaşır tam gitti kurtuldum derken tekrar yaklaşır ve işte bu bizim sonumuzu getirir.

Ben abartılı oyunculuk veya duygu sömürüsü görmedim.Clair nefes alamaz iken ben de heyecanlandım.Ciddi anlamda böyle bir durumla karşılaşsaydık filmdeki gibi olurdu diye düşünüyorum.

İkililiklerin bol olduğu bir filmdi yani.Gerilim ögesi ilk bölümde Justin tarafından ikinci bölümde ise Clair tarafından hissettirildi.Merak uyandırıyor sonu.Bence bir film ancak bu kadar dolu olabilirdi.5 üzerinden 5 verebilirim.İmdb puanına aldırmayın derim.

1 2 3 4

6 yorum:

  1. sinemada izledim bak üç yıl önce. çok önemli film di mi evet sen de iyi anlatmışsın zaten. bi de yeni yaşın bol filmli ve gülücüklü olsun :)

    YanıtlaSil
  2. bi de bak, bi ton sinema blogu filan var. benim tek sevdiğim senin blog. hem film zevkin çok iyi gelişmiş hem de rahat rahat anlatıyon ya. çok kasıyolar sanat filmi filan yazanlar. bayıyolar valla. sinema bloglarından film seçip izlemem hayatta. hiç bakmıyom. ama senden seçiyom. valla işte :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok sevindirdin şimdi beni. :) O sinema bloglarının dilini ben de pek anlamıyorum ama arada karşıma ilgimi çekenler de çıkmıyor değil.

      Sil
  3. "Zaten bir filmde karakterlerden birinin yerine kendinizi koyabiliyorsanız eğer o film iyidir" kilit nokta bu. çok güzel yazmışsın. Genelde bir film izlemeye başlamadan önce film listeme bakıyorum sonra da senin bloğuna bakıyorum. Film zevkini kendime çok yakın buluyorum ve beğeniyorum. Deeptone'un yorumuna da aynen katılıyorum. Sinema bloglarını çok fazla takip edemiyorum ama seni bloğun için bu geçerli değil hem çok güzel anlatıyorsun hem de okurken hep"aynen bence de" filan diyorum sürekli. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bak şimdi böyle sevinmeye tam da ihtiyacım vardı.Çook teşekkür ederim.Bizde bu hisleri uyandıran yönetmenleri tebrik etmek lazım. :)

      Sil